Halk arasında şeker hastalığı olarak da bilinen diyabet hastalığı (Diabetes Mellitus), tüm toplumlarda yaygın olarak görülen ve ciddi sonuçlara yol açabilen bir hastalıktır. Bu hastalık tam olarak tedavi edilememekle birlikte, diabet hastası kişiler, uygun tedaviyi yaşam tarzı haline getirerek, yaşam standartlarını koruyabilirler. Diabetes Mellitus (DM), vücudtta bulunan bir salgı bezi olan pankreasın yeterli insulin hormanu üretememesi veya vücudun ürettiği insülini etkili bir şekilde kullanamaması sonucu oluşan bir hastalıktır.
Normal metabolizmada besinler, vücudun başlıca yakıtı olan glukoza (şeker) dönüşmek üzere bağırsaklarımızda parçalanırlar. Daha sonra bu glukoz bağırsaklardan kana geçer ve kandaki şeker düzeyi yükselmeye başlar. Sağlıklı bireylerde kana geçen glukoz pankreastan salgılanan insülin hormonu yardımıyla hücrelerin içine taşınır. Eğer insülin hormonu vücudumuzda üretilmiyorsa veya etkili şekilde kullanılamıyorsa, şeker hücrenin içine taşınamayacağı için, glukoz kanda artar ve kan şekeri yükselir (Hiperglisemi). Bu durum sürekli olarak devam edecek olursa çeşitli organlarda (sinir, göz, kalp, böbrek vs) zaman içerisinde hasarlar meydana gelmeye başlar. Diabetin kontrol altında tutulamaması durumunda körlük, kalp ve damar hastalıkları, felç, böbrek yetmezliği ve sinir sistemi rahatsızlıkları görülebilir.
Bir kişinin diyabetli olup olmadığı Açlık Kan Şekeri (AKŞ) ölçümü veya Oral Glikoz Tolerans Testi (OGTT) yapılarak saptanır. Diyabeti olmayan bir birey kan şekeri düzeyi açlık halinde 120 mg/dl, tokluk halinde (yemeğe başladıktan iki saat sonra) 140 mg/dl’nin üstüne çıkmaz. Açlıkta veya toklukta ölçülen kan şekeri düzeyinin bu değerlerin üstünde olması diyabetin varlığını gösterir. OGTT’ de glikozdan zengin sıvı aldıktan 2 saat sonraki kan şekeri değeri önemlidir. İkinci saat kan şekeri ölçümü 140-199 mg/dl ise gizli şeker, 200 mg/dl veya daha yüksek ise diyabet tanısı konulur.
Diyabet çeşitleri:
1. Pre-Diyabet (Gizli Şeker): Normal glukoz toleransı üst sınırı ile aşikar diyabet arasındaki süreç "prediyabetik dönem" olarak adlandırılır. Prediyabet durumunda olan "Bozulmuş Açlık Glukozu" (BAG: aclık kan glukozunun 100-125 mg/dl olması) ve "Bozulmuş Glukoz Toleransı" (BGT: Oral glukoz tolerans testinde 2.saat kan glukozunun 140-199 mg/dl olması) söz konusudur. Bu durum, glukoz metabolizmasının ara bozuklukları olarak adlandırılabilir.
Prediyabetik kişilerde doğru tedavinin uygulanması, Tip 2 diyabet gelişiminin önğne geçebilir; bu açıdan pre-diyabet, hasta açısından çok önemli bir dönemdir. Pre-diyabet döneminde beslenme ve yaşam alışkanlıklarında yapılacak değişiklikler, diyabet hastalığının gelişimini uzun süre geciktirebilir.
Pre-diyabet hastalarının karbonhidrat alımını azaltmaları, posalı ve lifli besinler (sebze-meyve) ile beslenmeye ağırlık vermeleri, zeytinyağı kullanmaları, vitamin ve antioksidan takviyesi kulanmaları, fazla kilolarını vermöeleri ve düzenli bir egzersiz programı oluşturmaları, sigara, alkol ve stresten uzak durmaları gerekmektedir.
Pre-diyabetik hastalar düzenli olarak doktor kontrolünde bulunmalı ve kan şekeri seviyelerini sık sık ölçtürmelidirler.
2. Tip 1 Diyabet: Bu diyabet türünde, insulin yapımından sorumlu pankreas beta hücrelerinin harabiyeti söz konusudur. Bu durumda pankreas insülin üretemez ve besinlerin parçalanması sonucu ortaya çıkarak kana karışan glukoza bağlanamaz. Glukoz bu durumda hücrelere taşınamaz ve kandaki seviyesi yükselir (Hiperglisemi). Tüm diyabet hastalarının %5-10'u tip 1 diyabetlidir.
Tip I diyabetin bilinen nedeni otoimmunitedir. Yani vücudu hastalıklara karşı koruyan savunma sistemi çeşitli nedenlerle vücudun normal hücrelerini tanımayıp saldırmakta ve tahrip etmektedir. Otoimmunite dışında genetik yatkınlık da Tip 1 diyabette risk faktörüdür. Tip 1 diyabet, bu hastalığa genetik yatkınlığı olan kişilerde genellikle viral enfeksiyonlar, stres veya travma gibi bir olay sonrasında tetiklenmektedir. Yakın akrabalarında Tip1 diyabeti olan kişiler, ailesinde Tip2 diyabeti olan kişiler ve gebelik sırasında diyabet ortaya çıkmış kişiler yüksek risk grubunu oluştururlar.
Tip 1 diyabette, ağız yoluyla alınan ve insülin salgısını uyaran ilaçların tedavide herhangi bir faydası yoktur; çünkü vücutta insülin üretecek hücreler bulunmamaktadır. Bu sebeple Tip 1 diyabet hastaları dışarıdan insülin almak zorundadırlar.
Tip 1 diyabet tanısında çeşitli semptomlar değerlendirilir. Çoğu hastada çok su içme, sık idrara çıkma, ağız kuruluğu, mide bulantısı, ağızda aseton kokusu, yorgunluk, halsizlik, bulanık görme, dalgınlık ve hatta bayılma gibi şikayetler mevcuttur. Vücutta insülin eksikliği sonucu glukoz hücrelere taşınamadığı için, hücreler faaliyetleri için gereken enerjiyi alamazlar ve bu durumda vücut, depolanmış bulunan kas ve yağ dokusundan şeker üretmeye çalışır. Bunun sonucunda kanda keton cisimcikleri adı verilen atık maddeler ortaya çıkar. Bu maddelerin yoğunluğu belli bir limite ulaştığında ise, şeker hastalığının belirtileri olarak değerlendirilebilecek semptomlar görülmeye başlar.
Tip 1 diyabetin tedavisi, beslenmeyi düzenlemek ve dışarıdan insülin alımı ile yapılmaktadır. Hastalığın teşhisinden itibaren, günlük öğünler düzenlenir. Kişinin insülin ihtiyacına göre uygun doz belirlenerek, öğünlerden önce insülin enjeksiyonu uygulanır. Bu tedavi ömür boyunca devam eder. Tip 1 diyabet hastaları sağlıklı beslenmeye dikkat etmeli, fazla karbonhidratlı besinlerden kaçınmalı, insülin enjeksiyonlarını her öğün öncesi tekrarlamalıdırlar. Aynı zamanda kan şekeri seviyelerinin sık sık kontrol edilmesi ve sürekli doktor gözetiminde bulunmaları gereklidir. Tedavide kullanılan farklı insülin çeşitleri vardır. Kişilerin yaşam tarzlarına, beslenme alışkanlıklarına ve vücudun ihtiyacına göre uygun insülin çeşidi ve dozu belirlenmelidir.
Tip 1 diyabet, genetik yatkınlık riskinden dolayı, bebek yaşta ve çocuklarda da sık görülmektedir. Son yıllarda yetişkin yaşta konan tanı sayısı da artış göstermiştir. Tip 1 diyabet olgularının yarısı 15 yaşından sonra ortaya çıkmaktadır. Erişkin yaşta (genellikle 25 yaşından sonra) görülen tip 1 diyabet formu "LADA" (latent autoimmune diabetes in adult) olarak adlandırılmaktadır.
3. Tip 2 Diyabet: Bu tip diyabet, en sık görülen ve insüline bağımlı olmayan diyabet türüdür. Hastalığın görülme sebebi genel olarak obezite ve fiziksel inaktivitedir. Hastalık genellikle 40 yaş üstü kişilerde görülür. Gelişmiş ülkelerde Tip 2 diyabet daha sık görülmekle birlikte, bu oran %5-10 civarındadır. Tip 2 diyabet, Tip 1 diyabete göre daha hafif bir seyir gösterir. Bu sebeple, başlangıcından itibaren fark edilmesi 5 seneyi bulabilir. Tip 2 diyabet, genellikle yetişkinlerde ortaya çıkmaktadır; fakat şehir yaşamı ve artan obeziteye bağlı olarak gençler ve çocuklarda da teşhis edilme sıklığı gün geçtikçe artmaktadır.
Tip 2 diyabet, pankreastaki hücrelerin en az yarısı işe yaramaz hale gelinceye kadar kendisini gösterecek düzeyde belirti vermeyebilir; bu sebeple genellikle geç teşhis edilir. Bununla birlikte, yaşın ilerlemesi ile birlikte kilo alımı, fiziksel aktivitenin azalması ve hareketsizlik, gebelikte diyabet saptanması, yüksek tansiyon, kolesterol ve trigliserid denen kan yağlarının yüksekliği, ameliyatlar, safra kesesinde taş gibi sebeplerle de ortaya çıkabilir. Ailesinde Tip II şeker hastası olanlar şekere yakalanma yönünden daha fazla risk taşıdıklarından yılda 2 kez açlık ve tokluk şekeri kontrolü ile kendilerini izlemelidirler.
Tip 2 diyabette kan şekeri iki şekilde yükselir. Ya insülin salgısı yetersizdir veya kişinin insülin direnci söz konusudur. Hastalığın belirtileri çok yemek ve yine de açlık hissetmek, yorgunluk, sık ve bol adrara çıkmak, çok sık ateşli hastalık geçirmek, ağız kuruluğu, çok su içme ihtiyacı, eller ve ayaklarda karıncalanma geç yara iyileşmesi ve görme bulanıklığıdır.
Tedavide egzersiz ve tıbbi beslenme tedavisi önerilir. Bunların yetrsiz olması durumunda ağız yoluyla alınan ve insülin salgılanmasını uyaran ilaçlar veya insülin de tedavide kullanılabilir.
4. Gestasyonel Diyabet (Gebelik Diyabeti): Bu tip diyabette kişide gebelik öncesi diyabet rahatsızlığı yoktur. Gebelik sırasında salgı miktarı değişen bazı hormonlar sebebiyle kan şekeri yükselebilir. Gebelik diyabeti riski, özellikle 24. Haftadan sonra artmaktadır. Bu sebeple, anne adaylarının, gebeliğin başından itibaren konu ile ilgili bilgilendirilmeleri ve dikkatle izlenmeleri gerekmektedir. Kontrol amaçlı olarak, gebeliğin 24-28. Haftalarında tarama testleri uygulanır.
Gebelik diyabeti doğrudan bebeği de etkilediği için dikkatle izlenmesi gereklidir. Diyabetli annenin şekerinin yükselmesi, bebğin kan şekerinin de yükselmesine yol açar. Bu durumda bebeğin vücudu insülin salgısını arttırır. İnsülin aynı zamanda büyümeyi uyaran bir hormondur. Gebeliğin 24-28. Haftalarından itibaren insülin salgısı arttığında bebeğin büyümesi hızlanır ve doğum ağırlığı 4000 gramın üzerine çıkabilir. İri bebek doğumları riskli doğumlardır
Oluşacak tüm komplikasyonları ve gebelik diyabetini önlemek mümkündür. Yakından takip ve yeni geliştirilen tarama testleri sayesinde, hem anne hem de bebek için oluşabilecek riskler ortadan kaldırılabilir.